Güney Makedonya'nın bir kırında, büyük bir ağacın gölgesinde iki erkek görünüyor. Yaşlı olanı 40-45 yaşlarında; çarşaf gibi beyaz bir harmaniye sarınmış, sırtını da ağaca yaslamış. Genç olanı 14-15 yaşlarında, daha kısa ve süslü bir beyaz harmanisi, elinde kısa, iki ağızlı bir kılıcı var; ayakta duruyor, ama yerinde durmakta güçlük çekiyor. Yaşlı Adam: Evet, İskender, seni dinliyorum. İskender: Ateş... su... toprak... Hocam, bunların gereği nedir? Yaşlı Adam: Ne demek istiyorsun? İskender: Yani... Bakın, babam, "sana, çağımızın en bilge hocası Aristo ders verecek, bütün benliğinle dinlemeni istiyorum," dedi. Ben de dinliyorum, ama yine de evrenin yapısı hakkındaki bilgilerin ne işime yarayacağını anlayamadım. Aristo: Babanın krallığını günün birinde sen yöneteceksin. insanların çoğu tembel ve aptaldır, onların birilerince yönetilmeleri şarttır. Ancak, yönetecek kişinin çok bilgili olması gerekir, yoksa yöneten ile yönetilen arasında bir fark olmaz. İskender: Anlıyorum ama, kral olunca iyi bir savaşçı olmak gerek, egemen olunan insanlara söz dinletmenin en doğru yolunu bilmek gerek. Evrenin yapısını bilmek ne işe yarar? Aristo: "Neyin nasıl yapılacağını" bilmek esirlerin işidir. Gerçek bir yönetici, çevresinde olup' biten her şeyin neden olduğunu' anlamak zorundadır. Ne kadar çok bilirse o kadar doğru kararlar verir.Bana anlattığın gibi tüm dünyaya egemen olacaksan, herkesten bilgili olman gerekir; dolayısıyla kaybedecek hiç vaktin yok. Şimdi... Dersimize dönelim mi? İskender: (Can sıkıntısı ile kılıcını sallar, iki çiçeğin kafasını uçurur). Peki hocam. Aristo: 0 halde tekrar ediyorum. Evrenin temel yapı taşları şunlardır: Toprak, su, hava, ateş ve esir. Bunları neden bu sıra ile saydım dersin? Bu sırada İskender'in gözü, tozlu yoldan yaklaşmakta olan pembe yüzlü, hafif göbekli bir adama takılmıştır. Adamın giyimi çok gariptir. Üzerinde kollu, uzun etekli bir ceket, dizine kadar çoraplar, paçası dizinden sıkılmış bol bir pantolon, ayağında tokalı ayakkabılar vardır fakat en tuhafı koyun postunu andıran saçlarıdır. Dalgın görünen adam gerçekten de yoldaki bir taşa takılır, tökezler, düşmeden toparlanır, fakat başındaki koyun postu uçar, alttan beyazlaşmaya yüz tutmuş gür saçları çıkar Adam: Mutationem motus proporti- onalem esse vi motrici impressae et fieri secundum lineam rectam qua vis illa imprimitur. Aristo: Bu deli de kim? İskender: Dur bakalım, sen kimsin? Neler saçmalıyorsun? Adam: (Takma saçını alır, bir anlık tereddütten sonra cebine koyar ve ağacın gölgesine girer. Önündeki iki kişiye, sonra da çevresine bakar). Benim adım Isaac Newton. (Bir tepki bekler, gelmeyince devam eder). Peki siz kimsiniz Bahçede gezinirken kendimi burada buldum. İskender: anlaşıldı, sen bir casussun. Şimdi görürsün gününü! Arisro dur! (yerinden kalkar Newton'a yaklaşır) ben stagira'lı Aristo, bu da kral Filip'in oğlu İskender. Şu anda Filip’in krallığındasın. Newton: Herhalde düş görüyorum; neyse, uyanıncaya kadar yapacak birşey yok. Demek sen Aristo'sun; çok ünlü olduğunu biliyor muydun? İskender: Elbette öyledir, günümüzün en büyük ustası. Benim de hocam! Newton: Magister dixit. Yani "Usta öyle demiştir." Yıllarca senin söylediklerin, sırf sen söyledin diye sorgusuz sualsiz tekrarlandı, hatta aksini düşünmek suç sayıldı. Neyse ki ben gelene kadar etkin epey zayıflamıştı. Aristo: Bu kadar saçma konuşan biri ancak meczup olabilir. Evet, İskender, biz devam edelim. Temel yapı taşlarının sırası neden önemli? . İskender: Bilmem ki hocam. Aristo: Çünkü bu sıra, onların doğal yerlerinin sırasını belirler. En altta toprak, üstünde su, onun üstünde hava, daha üstte ateş ve nihayet en yukarıda mükemmellerin ortamını oluşturan esir. Yağmur damlaları sudur, havanın altına girmek için düşer; ancak, yeri toprağın üstü olduğu için onun altına girmez. İskender: Peki toprağın altına sızan su yok mudur? Aristo: O sular toprak boşluğundaki havanın yerini alır. Newton: Esas saçma konuşan sensin. Ne suyun, ne havanın, ne de diğerlerinin "doğal yerini bilmek" gibi bir bilinci yoktur. Cisimler düşerler, çünkü Dünya onları, onlar da Dünyayı çeker. Bütün cisimler birbirlerini çeker. Bunu ilk kez 23 yaşındayken, annemin çiftliğinde anladım. Ay'ın hareketini düşünüyordum, ağaçtan düşen bir elma gördüm. O anda anladım ki elma da, Ay da aynı kuvvetin etkisinde, yani Dünyanın çekiminin etkisinde, Dünyaya doğru düşüyorlar. İskender: Yani şimdi Ay tepemize mi düşüyor? Sen ya bizimle alay ediyorsun ya da gerçekten aklını yitirmişsin... Yani ya kafan kesilecek ya da bir yere kapatılacaksın... Söyle hangisi? Newton: Sözümü bitirmedim... Ay Dünyaya düşüyor ama, aynı zamanda yana doğru da hareketi var. Bu hareketlerin biri yaklaştırıyor, diğeri uzaklaştırıyor; hareketler toplandığı zaman mesafe değişmiyor. Yani hemen-hemen değişmeyen uzaklıkta, teğetsel bir hareket oluşuyor ve bu da Ay'ın Dünyanın çevresinde dönmesine neden oluyor. iskender: Hiçbir şey anlamadım. Newton: Ziyanı yok, zaten ustanla konuşuyordum. İskender: Sen bana baksana... Aristo: ilginç bir adamsın, akıllı gibi konuşuyorsun, ama çok bilgisizsin. örneğin, bana söyleyebilir misin, cisimler birbirlerini niçin çekiyorlar? Newton: Hypotheses non fingo, yani bu konuda hiçbir varsayımda bulunmuyorum. Yapacağım hesaplar ve tahminler için ne "niçin" ne de "hangi yöntem ile" çektiklerini bilmek zorundayım. Aristo: Hah! Bunu dahi bilmiyorsun, üstelik üzerinde düşünmemişsin bile. Utanmadan bir de bilgiçlik taslıyorsun. Zaten bu saçmalıkları kabul etsek bile çok önemli bir mantık hatası yapıyorsun. Herşeyden önce, ağır cisimler hafif cisimlerden daha hızlı düşer. Sonra, Ay ya yakın ve küçük ve hafiftir ya da uzak ve büyük ve ağırdır. Dolayısıyla ne kadar uzaktaysa o kadar hızlı düşmesi gerekir, senin anlattıklarına göre "teğetsel" hareketinin de o kadar büyük olması gerekir. Dolayısıyla Ay'ın çok hızlı dönmesi gerek, ama öyle olmadığı meydanda. O ana kadar kızgın gözlerle Newton'u süzmekte olan Iskender, hayran bir bakışla Aristo'yu incelemeye başlar. Newton: Bravo! Doğrusu çok beğendim. Eksik söylediğin bir-iki şey dışında mantığın kusursuz. Ancak ne yazık ki iki varsayımın yanlış. Bir kere aynı yükseklikten bırakılan bütün cisimler aynı hız ile düşer. Evet, büyük cisimler daha büyük bir kuvvet ile çekilirler, ki buna "ağırlık" diyoruz, ama bu ağır ya da "çok maddeli" cisimleri harekete geçirmek de aynı derecede zordur. Yani, zor harekete geçen büyük cisimler, harekete geçmeleri için gerekli olan büyük kuvveti kendi cüsseleri ile yaratıyorlar, sonuçta küçük cisimlerle aynı hızda düşüyorlar. Aslında bu iki madde ölçüsünün birbirini bu kadar mükemmel dengelemesi bana hep ilginç gelmiştir. Aristo: Bir yaprak ile bir taşı aynı yükseklikten bırakırsan hangisi çabuk düşer? Newton: Peki, büyük bir taş ile küçük bir taşı? Aristo: Elbette ki büyük taş çabuk düşer. Newton: Deneyelim mi? Aristo: Denemenin bir anlamı yok, evrenin işleyişi senin yapacağın bir deneme ile değişmez. Newton: Öyleyse başka birşey sorayım: Birbirine tıpatıp denk iki ufak altın parçası alalım. ikisini bırakınca aynı hız ile düşeceklerini kabul edersin herhalde. Aristo: Elbette. Newton: Şimdi ise bu altın parçalardan birini döverek çok ince bir levha elde ettiğimizi düşünelim. Yeniden ikisini bırakırsak ne olur? Aristo: Tekrar ediyorum, ne olacağı hiç önemli değil, önemli olan evrenin işleyişini düşünerek anlamak. Tek gerçek, aklımızla bulduğumuzdur. Eğer duyularımıza güvenirsek sık-sık yanılgıya düşeriz, gerçeği hiçbir zaman bu alamayız. Newton: Neymiş aklımızın gösterdiği gerçekler? Aristo: Her şeyden önce, yeryüzünde olup bitenlerle gökyüzünde olanları ayırmak gerek. Yeryüzünde her şey değişken ve yozdur, bozuktur. Gökyüzü... iskender: (Bir süredir biri büyük diğeri küçük iki taşı birlikte bırakarak düşmelerini izlemektedir). Hocam! Aristo: (Biraz sinirli) Ne var çekirg... şey, iskender? iskender: Beraber düşüyorlar hocam!? Aristo: Sonra, İskender. Ha, ne diyordum?...Evet, gökyüzü ise kalıcı, değişmez ve mükemmeldir. Yeryüzünde hareketler şiddetlidir; doğal yerlerini arayan cisimler, aşağı veya yukarı gitmek isterler, yerlerini bulunca da orada kalmak isterler. Onları yerlerinden ayırmak için şiddet, yani kuvvet kullanmak gerekir ve hareketlerinin devamını, ancak sürekli uygulanan kuvvet sağlar. Gökyüzünde hareketler, en mükemmel hareket olan doğal, yani dairesel hareket şeklindedirler. Bütün gök cisimleri dairesel olarak hareket eder ve bu mükemmel hareket için hiçbir kuvvet gerekmez. Newton: Neyse, hiç olmazsa senden sonra gelenler gibi gök cisimlerinin hareketini meleklere bağlamadın. Aristo: "Melekler" mi? O da ne? Newton: Önemli değil. Aslında bu anlattıklarının neresinden başlasak bilemiyorum; onun için, doğrudan doğruya gerçeğe daha yakın olan yeni görüşü anlatayım. Her şeyden önce, "yeryüzü" ve "gökyüzü" diye, değişik yasalara göre işleyen iki yer yok. Bütün evreni kapsayan üç adet hareket yasası ve bir de kütle çekim yasası var. Biraz önce ayağım takıldığında bunların örneklerini gördünüz. Başımdaki peruk fırladı, çünkü çevreden kuvvet görmeyen her cisim gibi, o da sahip olduğu harekete aynen devam etmek istedi... Aristo: Dur bakalım. Hani cisimlerin "yerini bilmek" gibi bir bilinci yoktu? Şimdi de "hareketine devam etmek" bilincine sahip olduğunu söylüyorsun. Newton: Haklısın. Daha kolay anlaşılsın diye bir benzetme yapıyordum... Aslında "istediği" falan yok tabi. Yalnızca doğada bütün cisimlerin uyduğu anlaşılan bir davranış biçimine uydu. Başımdayken belli bir hızla ileri doğru gittiği için, başımaniden hızlandığı zaman da yine aynı hızda gitmeye devam etmek istedi ve geri kaldı. Yine burada "istedi" deyimini bir davranış biçimini özetlemek için kullanıyorum. Geride kalırken de yerçekimi onu aşağı çekti ve sonuç olarak yere düştü. Yerçekimi peruğun yolunu değiştirdi, çünkü cisimlerin üzerine etki eden kuvvetler, onların hare ketlerini değiştirirler; bu değişiklik, kuvvetin yönünde ve onunla orantılı olur. Aslında Ay'ın hareketini de böyle inceleyebiliriz. Dünya'nın Ay üzerindeki kuvveti olmasa, Ay teğetsel hareketine devam eder ve aynı çizgi üzerinde değişmeyen hızla uzaklaşırdı. Dünya onu merkezine çektiği için bu hızın yönü değişiyor ve Ay, aşağıya doğru dönerek bir yay parçası çiziyor. Bu yay. sürekli çizildiği için, sonunda kendi üzerine kapanıyor ve daireye çok yakın, eliptik bir yörünge oluşuyor. Son olarak da, benim kendi hareketim değişti; çünkü ayağım taşa çarparak onu belli bir kuvvet ile iterken taş da aynı kuvvet ile benim ayağımı itti, bu kuvvet de ayağımı aniden durdurdu. Aristo: Sen gerçekten bir delisin, ama anlaşılan akıllı bir deli. Bir şey bilmesem, bu anlaşılmaz sözlerinle beni çok şey bildiğine ikna edebilirdin; ama anlamsız konuştuğun belli: "Eliptik", yani "kusurlu" yörüngeye sahip bir gökyüzü cismi olamaz. Newton: Evet, unuttum, sen konik kesitleri bilmezsin; onları yaklaşık yüzyıl sonra Apolonius bulacak. "Elips", bu özel eğrilerden birinin adı. Aristo: "Yüz yıl sonra" öyle mi? Sen galiba birazdan bana Olimpos'dan geldiğini söyleyeceksin. Newton: Hayır, Cambridge'den. Aristo: O da neresi? Mısır'ın bilinmedik bir köyü mü? Neyse, neyse... Senin büyük kurama geri dönersek, kendi haline bırakılan cisimlerin aynı hız ile harekete devam edeceklerini söylüyorsun; peki öküz arabasına ne demelii" Öküz sürekli çekmese araba durur. Newton: Elbette! Büyük sürtün kuvvetleri onu durduruyor. Aristo: Hah! İşte yine sıkışınca yeni bir icat sürüyorsun öne. Bu kadar tutar. sız bir kişi ile tartışmam hata zaten. Newton: Öyle ise tersinden alalım Örneğin bir ok yayını terk ettiği zaman onun hareketine devam etmesini nasıl açıklıyorsun? Aristo: Çok basit, ok, kendine yol açmak için öndeki havayı yana iter, bu hava boşalttığı yeri tekrar doldurmak ister. Bilirsin, doğa vakumdan nefret eder, dolayısıyla vakum mümkün değildir. İşte, yerine hücum eden hava, o sırada önünden geçen okun arkasını doldurur ve. oku iter. Newton: O halde ok hiç durmaz. Aristo: Elbette ki durur. Ok, havayı itme yeteneğini yitirdiği zaman yere düşer. Newton: Olacak şey değil, benim "sürtünme kuvveti"ne takılıyorsun, ondan sonra utanmadan önüme "itme yeteneği" diye birşey sürüyorsun. Sen tam bir demagogsun! İskender: Hocam, buldum! Aristo: Yine ne var?! İskender: Madem ki hava oku itebiliyor, demek ki su daha da iyi itebilir: O halde savaşta düşmana hücum etmek için yağmurlu havayı beklemeli, o zaman uzaktan attığımız oklarla onları yokederiz. Bilgi gerçekten çok yararlıymış! Aristo: Bu veledi gebertebilirim!! Tamam İskender, sonra konuşuruz bunu. Newton: Bak, benim önerdiğim yoldan gidersen, Kepler'in üç yasasını matematiksel olarak kanıtlayabiliyorsun. Yani, uzayda büyük bir cismin çevresinde dönen bir uydunun yörüngesinin elips olacağını,eşit alan süpüreceğini, dolayısıyla merkez cisme yaklaştıkça hızlanacağını, üstelik ne kadar hızlanacağını ve nihayet bir dönüş süresinin karesi alındığında bunun her zaman büyük eksenin küpü ile aynı orantıda olacağını matematiksel olarak gösterilebileceği gibi, orantı katsayılarının nasıl hesaplanacağı da çıkıyor. Bütün bunlar ve pek çok başka olay, bir çırpıda açıklanabiliyor. Senin yaklaşımında bunlar yapılabiliyor mu? Aristo: Yine anlaşılmaz sözlerle bilgiçlik taslıyorsun. Eğer benimle tartışacaksan, bütün terimlerini tanımlamalısın; bu, benim ustam Plato'nun ustası Sokrat'ın her zaman üzerinde durduğu bir husustu. Newton: Ne yazık ki sen bu konuda onun kadar titiz değilsin. Neyse, o zaman istersen baştan alalım. Önce şunu anlayalım: Bir merkez çevresinde dönen bir cisim, o merkez yönünde bir ivmenin etkisindedir; bunu sana geometrik olarak kanıtlayacağım. Bu ivmeyi vermek için de, o cismi sürekli olarak merkeze çekmek gerek. Dur, bunu sana göstereyim; cebimde daima sicim taşırım, aklıma gelir de bir şey ölçmek isterim diye. Cebinden bir yumak sicim çıkartır. Yumağı açar, fakat bir yerinde kötü bir kördüğüm kalır. Bunu açmak için uğraşır ama sonuç alamaz. İskender: Ben hallederim! Newton: Ne...? İskender ipi bir ucundan tutarak gerer, öbür eli ile kılıcını indirerek düğümü ve ipi keser atar. erdoganakbiyik@gmail.com https://www.youtube.com/my_videos?o=U |
Sunday, February 2, 2014
THEORIES ON THE DIALOGUE (KURAMLAR ÜZERİNE BİR DİYALOG)
Subscribe to:
Post Comments (Atom)
No comments:
Post a Comment