Pages

Total Pageviews

Thursday, December 26, 2013

English Stories 5 - İngilizce Hikayeler 5

A Haunted House by Virginia Woolf                         

A strange story about a house with memories and a couple who lived there – very poetic and mysterious.

A Haunted House

Whatever hour you woke there was a door shutting.

 From room to room they went, hand in hand, lifting here, opening there, making sure--a ghostly couple.


"Here we left it," she said.

And he added, "Oh, but here too!"

"It's upstairs," she murmured. "And in the garden," he whispered.


"Quietly," they said, "or we shall wake them."

But it wasn't that you woke us. Oh, no.


"They're looking for it; they're drawing the curtain," one might say,

and so read on a page or two. "Now they've found it,' one would be certain,

stopping the pencil on the margin. And then, tired of reading,

one might rise and see for oneself, the house all empty, the doors standing open, only the wood pigeons bubbling with content and the hum of the threshing machine sounding from the farm.

"What did I come in here for? What did I want to find?"

My hands were empty. "Perhaps its upstairs then?"

The apples were in the loft.

And so down again, the garden still as ever, only the book had slipped into the grass.

But they had found it in the drawing room.

Not that one could ever see them.


The windowpanes reflected apples, reflected roses;

 all the leaves were green in the glass.

 If they moved in the drawing room, the apple only turned its yellow side.

Yet, the moment after, if the door was opened, spread about the floor, hung upon the walls, pendant from the ceiling--what?

My hands were empty. The shadow of a thrush crossed the carpet;

 from the deepest wells of silence the wood pigeon drew its bubble of sound.

"Safe, safe, safe" the pulse of the house beat softly. "The treasure buried; the room . . ." the pulse stopped short. Oh, was that the buried treasure?


A moment later the light had faded. Out in the garden then?

But the trees spun darkness for a wandering beam of sun.

So fine, so rare, coolly sunk beneath the surface the beam I sought always burned behind the glass.

Death was the glass; death was between us,

coming to the woman first, hundreds of years ago, leaving the house, sealing all the windows; the rooms were darkened.



He left it, left her, went North, went East, saw the stars turned in the Southern sky;

sought the house, found it dropped beneath the Downs.

"Safe, safe, safe," the pulse of the house beat gladly. 'The Treasure yours."



The wind roars up the avenue. Trees stoop and bend this way and that.



Moonbeams splash and spill wildly in the rain. But the beam of the lamp falls straight from the window.

The candle burns stiff and still. Wandering through the house, opening the windows, whispering not to wake us, the ghostly couple seek their joy.

"Here we slept," she says.

And he adds, "Kisses without number." "Waking in the morning--"

"Silver between the trees--" "Upstairs--" 'In the garden--" "When summer came--" 'In winter snowtime--" "The doors go shutting far in the distance, gently knocking like the pulse of a heart.

Nearer they come, cease at the doorway.

The wind falls, the rain slides silver down the glass.

Our eyes darken, we hear no steps beside us;

we see no lady spread her ghostly cloak. His hands shield the lantern.


"Look," he breathes. "Sound asleep. Love upon their lips."

Stooping, holding their silver lamp above us, long they look and deeply.


Long they pause. The wind drives straightly; the flame stoops slightly.

Wild beams of moonlight cross both floor and wall, and, meeting, stain the faces bent;


the faces pondering; the faces that search the sleepers and seek their hidden joy.

"Safe, safe, safe," the heart of the house beats proudly.

"Long years--" he sighs. "Again you found me."

"Here," she murmurs, "sleeping; in the garden reading; laughing, rolling apples in the loft.

Here we left our treasure--"

Stooping, their light lifts the lids upon my eyes.

 "Safe! safe! safe!" the pulse of the house beats wildly.

Waking, I cry "Oh, is this your buried treasure? The light in the heart."


Hayaletli Ev

Ne saatte uyanırsanız uyanın bir kapı çarpıyordu.

Odadan odaya, el ele, burayı kaldırıp, orayı açtıklarından emin olan bir hayalet çift.


“İşte çıktık oradan,” dedi kadın.

Ve adam ekledi, “Oo, ama burası da!”

“O yukarısı,” diye mırıldandı kadın. “Ve bahçede de,” diye fısıldadı adam.


“Sessizce,” dediler, “yoksa onları uyandıracağız.”

Ama bu bizi uyandırmanız değildi. Yo, hayır.


“Onu arıyorlar; perdeyi çekiyorlar,”diyebilir biri,

ve böyle yazdı bir iki sayfada. “Şimdi onu buldular,” diye emin olabilir biri,

kalemi sayfanın kenarında durdurarak. Ve sonra, okumaktan yorulmuş,

biri kalkıp bütün evin bomboş olduğunu,kapıların açık, sadece yusufçukların memnuniyetle kabardıklarını ve çiftlikten gelen harman makinesinin uğultusunu kendi bizzat görür.

“Buraya ne için geldim? Ne bulmak istedim?”

Ellerim boştu. “O zaman muhtemelen yukarıda?”

Elmalar tavanarasındaydı.

Ve yine aşağıda, bahçe hala her zaman olduğu gibi, sadece kitap çimenlerin içine kaymış.

Ama onu çizim odasında buldular.


Onları birinin görebileceğinden değil.


Pencerenin camları elmaları yansıttı, gülleri yansıttı;

camdaki bütün yapraklar yeşildi.

Çizim odasında kımıldandıklarında elma sadece sarı tarafını çevirdi.

Ancak bir an sonra eğer kapı açıldıysa, döşeme boyunca yayılıp, duvarlara asılı, tavandan sarkan süs - -ne?


Ellerim boştu. Ardıçkuşunun gölgesi halıdan geçti;

sessizliğin en derin kuyularından kabaran sesini aldı yusufçuk.

“Güvenli, güvenli, güvenli” diye evin nabzı attı usulca. “Hazine gömülü; oda . . . “ nabız birden durdu. Oo, bu gömülü hazine miydi?


Bir an sonra ışık zayıfladı. Dışarıda bahçede o zaman?

Ama ağaçlar etrafta dolaşan bir güneş
hüzmesine karanlığın ağını ördüler.

 O kadar ince, o kadar ender, yüzeyin altına serince alçaldı aradığım hüzme hep camın ardında yandı.

Ölüm camdı; ölüm aramızdaydı,


ilk önce kadına gelen,yüzyıllar önce, evden çıkıp, bütün pencereleri mühürleyen; odalar karartılmıştı.


Adam onu bıraktı, kadını bıraktı, kuzeye gitti, doğuya gitti, Güney göğünde dönen yıldızları gördü;

evi aradı, onu ağaçsız tepelerin altında düşmüş buldu.

“Güvenli, güvenli, güvenli,” diye attı evin nabzı memnuniyetle. “Hazine senin.”



Rüzgar ağaçlıklı yolda uğulduyor. Ağaçlar eğilip bir öyle bir böyle bükülüyorlar.


Ay ışıkları yağmurda vahşice çarpıyor ve dökülüyor. Ama lambanın ışığı dümdüz pencereden düşüyor.

Mum dimdik ve durağan yanıyor. Hayalet çift evin içinde dolaşıp pencereleri açıp, bizi uyandırmamak için fısıldayarak neşelerini arıyorlar.

“İşte burada uyuduk,” diyor kadın.

Ve adam ekliyor, “sayısız öpücük.” “Sabah uyanmak –“

“Ağaçların arasındaki gümüş—“ “Yukarıda - - “ ‘bahçede—“ “ Yaz geldiğinde—“ ‘Kışın kar zamanı—“ “Uzakta kapılar kapanıyor, hafifçe tıklatıyor kalbin atışı gibi.


Daha yakına geliyorlar, kapı girişinde duruyorlar.

Rüzgar esiyor, yağmur camdan aşağıya
gümüş kayıyor.

Gözlerimiz kararıyor, yanımızda adımlar duymuyoruz;

hayaletimsi pelerinini seren bir bayan görmüyoruz. Adamın elleri feneri kapatıyor.

“Bak,” diye nefes alıyor. “Derin uykuda. Dudaklarında sevgi.”

Eğilerek, gümüş lambalarını üzerimizde tutarak, uzun uzun ve derince bakıyorlar.


Uzun süre duraksıyorlar. Rüzgar doğruca esiyor; alev hafifçe bükülüyor.

Ayışığının vahşi hüzmeleri hem yeri hem de duvarı geçiyor ve birleşiyor, eğrilmiş yüzleri lekeliyor;


düşünüp taşınan yüzler; uyuyanları arayan ve onların saklı neşesini arayan yüzler.



“Güvenli, güvenli, güvenli,” diye gururla atıyor evin kalbi.

“Uzun yıllar—“ diye iç çekiyor adam. “Beni yaniden buldun.”

“İşte,” diye mırıldanıyor kadın, “uyuyarak; bahçede kitap okuyarak; gülerek, tavanarasında elma ezerek.

Hazinemizi burada bıraktık –“

Alçalarak, onların ışığı gözlerimdeki kapakları kaldırıyor.

“Güvenli, güvenli, güvenli!” diye evin nabzı vahşice atıyor.

Uyanarak, ağlıyorum “Ah, bu sizin gömülü hazineniz mi? Kalpteki ışık.”





No comments:

Post a Comment