NUH
aleyhisselam
"BİZ DE NUH aleyhisselam VE BERABERİNDEKİLERİ,
DOLU BİR GEMİ İÇİNDE TAŞIYARAK KURTARDIK"
Şuara; 119
Her şey, Sir Leonard Wooley isimli amatör bir İngiliz arkeoloğun Mezopotamya'da yaptığı kazılar sırasında başlamıştı. Ele geçen bulgular, o güne kadar bir efsane gözüyle bakılan Nuh Tufanıyla bağlantılıydı. Batı insanı çok haklı sebeplerden dolayı Kitab-ı Mukaddes'i güvenilir bir kitap olarak saymadığı için bu kitapta anlatılan Tufan olayını da mitolojik bir hikaye olarak değerlendirmekteydi. Ama Wooley'in araştırması bu inancın yanlışlığını ortaya koyuyordu. Özellikle sevinenler Hıristiyan ve yahudi din adamları oldular. Derhal heyetler oluşturulup çalışmalara başlanıldı.
aleyhisselam
"BİZ DE NUH aleyhisselam VE BERABERİNDEKİLERİ,
DOLU BİR GEMİ İÇİNDE TAŞIYARAK KURTARDIK"
Şuara; 119
Her şey, Sir Leonard Wooley isimli amatör bir İngiliz arkeoloğun Mezopotamya'da yaptığı kazılar sırasında başlamıştı. Ele geçen bulgular, o güne kadar bir efsane gözüyle bakılan Nuh Tufanıyla bağlantılıydı. Batı insanı çok haklı sebeplerden dolayı Kitab-ı Mukaddes'i güvenilir bir kitap olarak saymadığı için bu kitapta anlatılan Tufan olayını da mitolojik bir hikaye olarak değerlendirmekteydi. Ama Wooley'in araştırması bu inancın yanlışlığını ortaya koyuyordu. Özellikle sevinenler Hıristiyan ve yahudi din adamları oldular. Derhal heyetler oluşturulup çalışmalara başlanıldı.
Bu arada dünyanın her tarafında yapılan araştırmalar, Tufanın hemen
bütün toplumların efsanelerinde yer aldığını gösterdi. Asya'da 13, Avrupa'da 4,
Amerika'da 37, Avustralya ve Okyanusya adalarında ise 9 adet Tufan efsanesi
tespit edilmişti. Bunların en şaşırtıcısı da Hopi kızılderililerine ait
olanıydı. Denizden çok uzakta, Kuzey Amerika'nın güney batısında yaşayan
Hopilerin destanlarında kabaran suların ülkelerini baştan başa kapladığı,
dağların tepelerine kadar yükseldiği ve yeryüzündeki canlıları yok ettiği
anlatılıyordu. Amerika'nın eski sahiplerinden olan Azteklerin destanlarından
ise Tufanın süresi bile veriliyordu. Bütün bunlar, insanlık tarihinin hemen
hemen başlarında meydana geldiğini gösterir.
Sir Leonard Wooley'in bulduğu izler, Nuh tufanı değildi elbette...
Mezopotamya ve çevresinin zaman zaman yaşadıkları büyük çaplı su baskınlarından
birinin iziydi.
Öte yandan, arkeolojik araştırmalarda ele geçen bulgular büyük bir tufanın yaşandığını ortaya koyuyordu. Bunun yanısıra bulunan her parça Tevrat'ın tahrif edildiğini, Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerin doğruluğunu teyid ediyordu. Gerçekten Kitab-ı Mukaddes öylesine tahrif edilmiş, olaylar öylesine birbirine karıştırılmıştı ki Nuh aleyhisselam adeta iki ayrı tufanı yaşayan bir peygamber durumunda resmedilmiştir. Bu acımasız tahrifat, ileride göreceğimiz gibi hala devam etmektedir.
Öte yandan, arkeolojik araştırmalarda ele geçen bulgular büyük bir tufanın yaşandığını ortaya koyuyordu. Bunun yanısıra bulunan her parça Tevrat'ın tahrif edildiğini, Kur'ân-ı Kerîm ve hadis-i şeriflerin doğruluğunu teyid ediyordu. Gerçekten Kitab-ı Mukaddes öylesine tahrif edilmiş, olaylar öylesine birbirine karıştırılmıştı ki Nuh aleyhisselam adeta iki ayrı tufanı yaşayan bir peygamber durumunda resmedilmiştir. Bu acımasız tahrifat, ileride göreceğimiz gibi hala devam etmektedir.
NUH KAVMİ
Kur'ân-ı Kerîm, Tufanı Nuh aleyhisselamın etrafında gelişen bir olay olarak bildirmektedir. Hazret-i Nuh, alabildiğine dejenere olmuş bir kavme peygamber olarak gönderilmiştir. Bu topluluk putlara tapınır, insanlara zulmeder ve kötülüğün her türlüsünü açıkça işlerdi. Nuh aleyhisselam yüzyıllar süren mücadelesine rağmen onlardan çok azını Allahü tealanın varlığına ve birliğine inandırabilmişti. Fahreddin-i Râzî hazretlerinin bildirdiğine göre yola gelmemelerinin üç sebebi vardı; "Birincisi; kendi aralarından çıkmış bir fani insana peygamberlik makamını yakıştıramamışlardı. İkincisi; Nuh aleyhisselama inanan insanlar, hayat seviyeleri düşük, fakir insanlardan oluşuyordu. Eğer Nuh aleyhisselam gerçekten peygamber olsaydı, kendisine zenginler ve kavmin ileri gelenleri bağlanırlardı. Üçüncüsü ise; onlara göre kavmin ileri gelenlerin zengin ve kudretli olmaları zeki kişiliklerinden kaynaklanıyordu. Bu sebeple fakir kişiler aptaldı ve muhatap alınmaya değmezdi."
Kur'ân-ı Kerîm, Tufanı Nuh aleyhisselamın etrafında gelişen bir olay olarak bildirmektedir. Hazret-i Nuh, alabildiğine dejenere olmuş bir kavme peygamber olarak gönderilmiştir. Bu topluluk putlara tapınır, insanlara zulmeder ve kötülüğün her türlüsünü açıkça işlerdi. Nuh aleyhisselam yüzyıllar süren mücadelesine rağmen onlardan çok azını Allahü tealanın varlığına ve birliğine inandırabilmişti. Fahreddin-i Râzî hazretlerinin bildirdiğine göre yola gelmemelerinin üç sebebi vardı; "Birincisi; kendi aralarından çıkmış bir fani insana peygamberlik makamını yakıştıramamışlardı. İkincisi; Nuh aleyhisselama inanan insanlar, hayat seviyeleri düşük, fakir insanlardan oluşuyordu. Eğer Nuh aleyhisselam gerçekten peygamber olsaydı, kendisine zenginler ve kavmin ileri gelenleri bağlanırlardı. Üçüncüsü ise; onlara göre kavmin ileri gelenlerin zengin ve kudretli olmaları zeki kişiliklerinden kaynaklanıyordu. Bu sebeple fakir kişiler aptaldı ve muhatap alınmaya değmezdi."
Bu kavmin ne zaman yaşadığı bilinememektedir. Elimizde bu kavimle
ilgili iki önemli ip ucu vardır ki bunlardan birisi Nuh aleyhisselamla ilgili
Kur'ân-ı Kerîm'de verilen süre ve Gemi'nin Cûdî dağına oturması haberidir.
Geminin, sonrakilere ibret olarak bırakıldığını biliyoruz. Bulunduğunda yaşı
tespit edilebilecek ve böylece Nuh kavminin hangi zaman diliminde yaşadığı
öğrenilebilecektir. Nuh aleyhisselamın ömrü ise, eğer o dönemin zaman
anlayışına bir atıf yapmıyorsa insanlığın, bilinenden çok eski dönemlerinde
yaşadıklarını gösterir. Gelelim efsanelere. Bütün kavimlerde en eski arkeolojik
bulgularda bile tufandan efsanevi olarak bahsedilmektedir. Bu bulguların en
eskisi MÖ. 6 bin sene öncesine ait olmasına rağmen bile yine de efsane olarak
görmekteyiz. Bu da, Nuh kavminin tahminlerden çok çok önceki devirlerde
yaşadığını göstermektedir. Şüphesiz ayet-i Kerîmelerde pek çok işaretler var
ama işin erbabının konuya eğilmesiyle anlaşılacaktır.
İLK PUTÇULUK
İnsanlığın ilk devirlerinde, sanıldığı gibi insanlar putperest değillerdi. Saf ve duru bir yaratıcı inancları vardı. Zamanla bu inanış dejenere olmuştu. Hazret-i Âdem'den Hazret-i Nuh'a kadar olan dönemde putperestlik yaygın değildi. Ancak, Nuh kavminde işler değişti. Bu kavmin dindarlıkta temayüz etmiş; Vedd, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nesr isminde beş önemli şahıs vardı. Bunlar bin nakle göre İdris aleyhisselamın eshabıydılar. Birbiri ardınca vefat etmeleri büyük üzüntü meydana getirdi. Geride kalanlar da onların hatırasını canlı tutmak amacıyla onlara benzeyen beş heykel yaptılar. Zaman zaman heykelleri ziyaret eder, o Sâlih insanların nasihatlerini birbirlerine anlatırlardı. Ne var ki bir kaç nesil sonra gelenler, sözkonusu heykelleri putlaştırarak tanrı ilan ettiler. Artık putperestlik bu topluluğun resmi dini olmuştu. İnanç sapkınlığı ahlaki ve sosyal çözülmeyi di beraberinde getirince Allahü teala Nuh aleyhisselamı peygamber olarak onlara gönderdi.
İnsanlığın ilk devirlerinde, sanıldığı gibi insanlar putperest değillerdi. Saf ve duru bir yaratıcı inancları vardı. Zamanla bu inanış dejenere olmuştu. Hazret-i Âdem'den Hazret-i Nuh'a kadar olan dönemde putperestlik yaygın değildi. Ancak, Nuh kavminde işler değişti. Bu kavmin dindarlıkta temayüz etmiş; Vedd, Suva, Yeğus, Yeuk ve Nesr isminde beş önemli şahıs vardı. Bunlar bin nakle göre İdris aleyhisselamın eshabıydılar. Birbiri ardınca vefat etmeleri büyük üzüntü meydana getirdi. Geride kalanlar da onların hatırasını canlı tutmak amacıyla onlara benzeyen beş heykel yaptılar. Zaman zaman heykelleri ziyaret eder, o Sâlih insanların nasihatlerini birbirlerine anlatırlardı. Ne var ki bir kaç nesil sonra gelenler, sözkonusu heykelleri putlaştırarak tanrı ilan ettiler. Artık putperestlik bu topluluğun resmi dini olmuştu. İnanç sapkınlığı ahlaki ve sosyal çözülmeyi di beraberinde getirince Allahü teala Nuh aleyhisselamı peygamber olarak onlara gönderdi.
PEYGAMBERLİĞİ
Nuh aleyhisselam işte bu topluluğun içinde doğmuş ve yetişmiş birisiydi. O, yeryüzüne gönderilmiş ilk Resuldür. Gerçi peygamberlik müessesesinden haberdar olan ve kendilerini ibadete verip peygamberlik beklentisinde olanlar vardı. Fakat bu şerefin bir rivayete göre marangoz olan ve mütevazi bir hayat süren Nuh aleyhisselama verilmesi, ilahi gayeyi kavrayamayan o insanları da tepkiye sürükledi. Bununla da kalmayarak putperestlerin safına geçmişlerdi. Öyle ki hanımı ve öz oğlu da Nuh aleyhisselama inanmıyorlar ve onu yalancılıkla itham ediyorlardı.
Nuh aleyhisselam işte bu topluluğun içinde doğmuş ve yetişmiş birisiydi. O, yeryüzüne gönderilmiş ilk Resuldür. Gerçi peygamberlik müessesesinden haberdar olan ve kendilerini ibadete verip peygamberlik beklentisinde olanlar vardı. Fakat bu şerefin bir rivayete göre marangoz olan ve mütevazi bir hayat süren Nuh aleyhisselama verilmesi, ilahi gayeyi kavrayamayan o insanları da tepkiye sürükledi. Bununla da kalmayarak putperestlerin safına geçmişlerdi. Öyle ki hanımı ve öz oğlu da Nuh aleyhisselama inanmıyorlar ve onu yalancılıkla itham ediyorlardı.
Böylece tüm halk Nuh aleyhisselamı yalanlamakla kalmıyor, onu
horluyorlardı. Çocuklara taşlatıyorlar, Nuh aleyhisselamı dövdürüyorlardı. Bu
topluluğun içinde bulunan ve Hazret-i Nuh'a inanan 80 kadar mü'mine de çeşitli
işkencelerde bulunuyorlardı. Böyle davrandıkları takdirde ilahi gazapla
karşılaşacakları ihtar edildiğinde ise; "Bunca senedir seni yalanladığımız
halde her hangi bir azap gelmediğine göre sen yalancının birisin. MÂdem ısrar
ediyorsun, korkuttuğun azabı getir" diye açıkça meydan okuyorlardı.
Nuh aleyhisselam, peygamberliğin verdiği engin şefkat ve merhametle
mütecavizleri yatıştırmaya çalışıyor, "Allahü teala dilerse o azabı
başınıza getirir. Siz bu konuda Rabbimi engelleyemezsiniz. Yine onun izni
olmadan, size ne kadar nasihat etsem de faydasızdır. O sizin Rabbinizdir.
Mutlaka ona döneceksiniz" diye nasihat ediyordu.
Nuh aleyhisselamı davasından vazgeçiremeyeceklerini anlayan topluluk,
bu sefer işi öldürme tehtidine kadar vardırdı. Artık iyice artan baskılar
karşısında Hazret-i Nuh Rabbine yalvardı; "Rabbim, yeryüzünde inkarcı
bırakma. Dorusu bu inkarcıların, sana inanan bir avuç insanı da yoldan
çıkarmasından korkuyorum. Rabbim, beni, annemi, babamı ve sana inanan erkek ve
kadınları bağışla. Yalnızca zalimleri yok et."
GEMİNİN İNŞASI
Nuh kavmi Nuh'a demiş; Gemin kızakta kalır Devran göstermiş ki; kimler tuzakta kalır.
Yapılan duaların akabinde Allahü tealanın emirleri gelir; "Ey Nuh, önceden sana iman edenlerden başka, kavminden hiç kimse iman etmeyecek. O halde sana yapılanlara kederlenme ... Bizim vahyimizle bir gemi yap. Zulmedenler hakkında da şefkate kapılıp azabın kaldırılması için sakın dua etme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır."
Nuh kavmi Nuh'a demiş; Gemin kızakta kalır Devran göstermiş ki; kimler tuzakta kalır.
Yapılan duaların akabinde Allahü tealanın emirleri gelir; "Ey Nuh, önceden sana iman edenlerden başka, kavminden hiç kimse iman etmeyecek. O halde sana yapılanlara kederlenme ... Bizim vahyimizle bir gemi yap. Zulmedenler hakkında da şefkate kapılıp azabın kaldırılması için sakın dua etme. Çünkü onlar suda boğulacaklardır."
Bu emirler üzerine, Nuh aleyhisselam hemen harekete geçer. O zamana
kadar görülmemiş boyutlarda olan geminin planlarını bizzat Cebrâil aleyhisselam
bildiriyor, Nuh aleyhisselam da kendisine iman edenlerle beraber gemiyi inşa
ediyordu. Kur'ân-ı Kerîm'in buyurduğu şekliyle gemi; elvahlı ve düsurlu idi.
Elvah; levhin çoğuludur. Levh de tahta gibi yassı şeylere verilen isimdir.
Düsur ise; disarın çoğuludur. Geminin parçalarını birbirine bağlayan nesne
(çivi, halat, perçin vb.) anlamlarına gelmektedir. Müfessirler bu bilgilerden
geminin, birbirine raptedilmiş tahta plakalardan inşa edildiğini
söylemişlerdir.
Geminin inşası hızla sürerken putperest topluluk müminlerle alay
ediyorlardı. Bu kadar büyük bir geminin yüzemeyeceğini iddia ediyorlardı.
Bununla da kalmayıp geceleri geminin içine girip ihtiyaçları gidermek suretiyle
pisletiyorlardı.
TUFAN
Çalışmaların tamamlanmasından sonra, ilahi bir işaret olmak üzere "tennûr, faryâb etmeye başladı." Tennûr; fırın, ocak anlamına gelmektedir. Cevâlikî ve Sa'lebî'ye göre ekmek pişirmek için yerde açılmış ve çamurla sıvanmış, içi ateş dolu olan yerdir. İslam alimleri Hazret-i Havvâ'nın ekmek pişirmek için kullandığı fırını da tennur olarak isimlendirmişlerdir. Faryâb ise; kuvvetle, şiddetle kaynamak anlamına gelmektedir. Tennûr'un şiddetle kaynaması atmosferik bir dizi hadisenin başladığına işaretti. İlim adamları, göğün boşalabilmesi için çok ani ve muazzam ısı değişikliklerinin olması gerektiğini söylerler. Belki de bölgedeki yanardağlar aniden faaliyete geçerek atmosferdeki bu ısı değişikliğini meydana getirmişti.
Çalışmaların tamamlanmasından sonra, ilahi bir işaret olmak üzere "tennûr, faryâb etmeye başladı." Tennûr; fırın, ocak anlamına gelmektedir. Cevâlikî ve Sa'lebî'ye göre ekmek pişirmek için yerde açılmış ve çamurla sıvanmış, içi ateş dolu olan yerdir. İslam alimleri Hazret-i Havvâ'nın ekmek pişirmek için kullandığı fırını da tennur olarak isimlendirmişlerdir. Faryâb ise; kuvvetle, şiddetle kaynamak anlamına gelmektedir. Tennûr'un şiddetle kaynaması atmosferik bir dizi hadisenin başladığına işaretti. İlim adamları, göğün boşalabilmesi için çok ani ve muazzam ısı değişikliklerinin olması gerektiğini söylerler. Belki de bölgedeki yanardağlar aniden faaliyete geçerek atmosferdeki bu ısı değişikliğini meydana getirmişti.
İşaret alınınca; "Her cinsten birer çifti ve inkarcılar müstesna
inanan insanları gemiye bindir" mealindeki ilahi emir geldi. Nuh
aleyhisselam bu emri süratle yerine getirdi; "Binin gemiye, onun yüzmesi
de, durması da Allahü tealanın adıyladır." Gemiye biniş sona erince
olaylar birbiri ardınca gelişiverdi. Bu durum Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle
anlatılmaktadır; "Bunun üzerine biz de gök kapılarını boşanan sularla
açtık. Yeryüzünde kaynaklar fışkırttık. Her iki su, belirtilen bir ölçüye göre
birleşti. Ardından gemi, Allahü tealanın korumasında dağlar gibi dalgaların
arasında akıp gitti."
Bu korkunç olay, kesin olarak bilinmeyen bir zaman ve kapsamda, Allahü
tealanın takdir ettiği sürece devam etti. İslam alimleri bu sürenin 6 ay
civarında olduğunu bildirmişlerdir. Neticede, gemidekiler kurtulurken, geriye
kalan tüm insanlar helak oldular.
Nihayet; "Ey arz suyunu yut, ey gök sen de yağmurunu tut"
emri geldi. Böylece sular çekildi. Gemi Cûdî'ye oturdu. Kur'ân-ı Kerîm'de Tufan
ve geminin izlerinin sonraki nesiller için saklandığı belirtilmekte ve
"Buna rağmen ibret alan var mı?" buyurulmaktadır.
Tufa'nın bir bölgeyi mi, yoksa bütün dünyayı mı kapladığı konusunda
tereddüt vardır. Bazı alimler Kur'ân-ı Kerîm'de geçen; "Biz Nuh'u kendi
kavmine gönderdik" ilahi sözünü delil göstererek bir bölgede olduğuna
işaret etmişlerdir. Ancak bazı alimler de; "Tufan, Kur'ân-ı Kerîm'de
mutlak olarak zikredilmiştir. Arabi dil kaidelerine göre böyle mutlak ve
kayıtsız söylenen ifadelerle o şeyin kemali kastedilir. Dolayısıyla Tufan bütün
dünyayı kaplamıştır" demişlerdir.
TUFANIN İZLERİ
Bu bilgilerden sonra başlangıç noktamıza dönelim. İngiliz arkeolog Sir Leonard Wooley, 1922-1929 yılları arasında, Mezopotamya'nın antik şehirlerinden Ur'da uzun kazılar yaptı. Wooley ve ekibi, büyük başarılar göstererek MÖ. 4. bin yılından kalma kral mezarlarını ortaya çıkardılar. Mezopotamya tarihinin öğrenilmesinde dönüm noktası olan bu çalışmalar sırasında arkeolojik değeri çok yüksek kap, kaçak, miğfer, silah vs. yanında Tufandan önceki kralların listesini ihtiva eden kil tabletler de bulundu. O zamana kadar kral listeleri mitolojik olarak görülüyordu. Tabletlerin bulunmasından sonra, Wooley vakit kaybetmeden aynı yerde kazılara devam etti. Ne var ki 12 metre daha derine inildiğinde izler tamamen kesilmişti. Tarihi hiç bir bulguya rastlanmıyordu. Bu arada toprağın yapısı incelendiğinde tuhaf bir şeyle karşılaşıldı. Zemin tamamen balçıkla kaplıydı, fakat bu kadar derinlikte saf balçığın ne işi vardı? Üstelik kazı çukurunun dibi, denizden çok uzakta ve nehir seviyesinden de bir kaç metre daha yukarıdaydı. Hiçbir arkeolog tatmin edici cevabı bulamamıştı.
Bu bilgilerden sonra başlangıç noktamıza dönelim. İngiliz arkeolog Sir Leonard Wooley, 1922-1929 yılları arasında, Mezopotamya'nın antik şehirlerinden Ur'da uzun kazılar yaptı. Wooley ve ekibi, büyük başarılar göstererek MÖ. 4. bin yılından kalma kral mezarlarını ortaya çıkardılar. Mezopotamya tarihinin öğrenilmesinde dönüm noktası olan bu çalışmalar sırasında arkeolojik değeri çok yüksek kap, kaçak, miğfer, silah vs. yanında Tufandan önceki kralların listesini ihtiva eden kil tabletler de bulundu. O zamana kadar kral listeleri mitolojik olarak görülüyordu. Tabletlerin bulunmasından sonra, Wooley vakit kaybetmeden aynı yerde kazılara devam etti. Ne var ki 12 metre daha derine inildiğinde izler tamamen kesilmişti. Tarihi hiç bir bulguya rastlanmıyordu. Bu arada toprağın yapısı incelendiğinde tuhaf bir şeyle karşılaşıldı. Zemin tamamen balçıkla kaplıydı, fakat bu kadar derinlikte saf balçığın ne işi vardı? Üstelik kazı çukurunun dibi, denizden çok uzakta ve nehir seviyesinden de bir kaç metre daha yukarıdaydı. Hiçbir arkeolog tatmin edici cevabı bulamamıştı.
Wooley kazıyı devam ettirdi ve daha aşağılara indi. Derken 3 metreden
fazla derinlik tutan balçık tabakası birden bire kesildi. Şimdi normal toprak
tabakalarına gelindiği düşünülebilirdi ama hayır, zımpara taşlarına ve kap
kaçak gibi eşyalara rastlanılmıştı yeniden. Demek oluyordu ki bu çok eski
medeniyetin üzerini 3 metrelik balçık tabakası örtmüş, en üstte de Ur
medeniyeti yeşermişti.
Balçığın sebebi ve kapladığı sahayı öğrenebilmek için civar bölgelerde
bir dizi kazı daha yapıldı. İlk çukurdan 300 metre uzakta açılan ikinci çukurda
da aynı sonuç elde edildi. Wooley, bu sefer de yüksekçe bir tepeyi kazdırdı.
Sonuç değişmemişti, Böylece, balçık yığılmasının, ancak çok kuvvetli bir su
baskını, yani Tufanın eseri olabileceğine dair rapor hazırlandı ve bütün
dünyada heyecanlı yankılar doğdu. Bu arada bazı çevreler su baskınının dar bir
çevrede yaşandığını ileri sürmüşlerdi ama yeni kazılar, onların iddiasını iflas
ettirdi. Şuruppak kralı Ubartutu zamanında bölgenin bütünüyle korkunç bir
felakete uğradığı ve kültür izlerinin tamamiyle gömüldüğü açıkça anlaşılıyordu.
Tufanla ilgili olarak Mezopotamya dışında etraflıca bir çalışma
yapılmadığından, su baskınının nerelere kadar uzandığını tam olarak
bilemiyoruz. Tahmin edilen mıntıka, Basra körfezinin kuzeybatısında, 400 mil
uzunluğunda ve 100 mil genişliğinde bir sahadır. Olayın tarihi ise, MÖ. 4
binden çok önceki yüzyıllardır. Bu tufan bildiğimiz Nuh tufanı değildi elbette.
Ama bu bile, geniş çaplı bir su baskınının neler yapabileceğini göstermesi
bakımından önemlidir.
Öte yandan yapılan jeolojik
araştırmalar, mahiyeti bilinemeyen sebeplerden dolayı dünyamızın yer yer bir
kaç defa suya gömüldüğünü gösteriyor. Miami Üniversitesinden jeokimyacı Jerry
Stip'e göre, dünyanın yaşadığı en müthiş su baskını, günümüzden yaklaşık 11.600
sene önce olmuştur. Ancak bütün bu bulgular Nuh aleyhisselam zamanındaki tufana
ait midir bilinememektedir. Mezopotamya dışında yapılacak kazıların bizi sonuca
daha fazla yaklaştıracağı muhakkaktır. Özellikle Hazret-i Nuh'un inşa ettiği
geminin kalıntıları ortaya çıkarılabilirse tufanın ne zaman meydana geldiğini
öğrenmemiz mümkün olacaktır.
DEVAM
DEVAM
No comments:
Post a Comment