YUSUF
aleyhisselam
"ANDOLSUN Kİ; YÛSUF aleyhisselam VE KARDEŞLERİNİN HAYATINDA,
SORANLAR İÇİN NİCE İBRETLER VARDIR."
Yûsuf; 7
Kur'ân-ı Kerîm'in 111 ayetten müteşekkil olan 12. suresi, Yûsuf aleyhisselamın hayatını anlatmaktadır. Allahü teala Yûsuf aleyhisselama ait bu kısayı "ahsenu'l kasas/kıssaların en güzeli şeklinde vasıflandırmıştır.
aleyhisselam
"ANDOLSUN Kİ; YÛSUF aleyhisselam VE KARDEŞLERİNİN HAYATINDA,
SORANLAR İÇİN NİCE İBRETLER VARDIR."
Yûsuf; 7
Kur'ân-ı Kerîm'in 111 ayetten müteşekkil olan 12. suresi, Yûsuf aleyhisselamın hayatını anlatmaktadır. Allahü teala Yûsuf aleyhisselama ait bu kısayı "ahsenu'l kasas/kıssaların en güzeli şeklinde vasıflandırmıştır.
Yûsuf aleyhisselam, Hazret-i Yakub'un oğludur. Dedesi Hazret-i İshak,
babasının amcası Hazret-i İsmail, büyük dedesi ise Hazret-i İbrahim'dir. Hem
kendisi, hem de ataları Efendimizin bir hadis-i şeriflerinde "el
Kerîm/keremli" sıfatı ile yadedilmişlerdir. Her peygamber gibi sıkıntı ve
belalarla imtihan edilmiş ve çektiği acı ve ızdıraplardan sonra günün birinde
kendisine risalet verilmiştir.
Babası tarafından Yusuf aleyhisselama gösterilen ilgiyi kıskanan diğer
kardeşleri bir komplo hazırlarlar. Önce bir bahaneyle öldürmek isterler. Ancak
daha sonra bir kuyuya atmaaya karar verirler. Babalarının istememesine rağmen
zorla razı ederek Hazret-i Yûsuf'u gezintiye götürürler ve bir kuyuya
bırakırlar. Bir süre sonra oradan geçen bir ticaret kervanı tarafından
çıkarılır ve Mısır hükümdarının yüksek rütbeli memurlarından birine bir kaç
dirheme satılır.
Aradan yıllar geçer. Hazret-i Yûsuf bütün güzelliğiyle Mısır'da nam
yapmıştır. Onun bu yakışıklılığı takat getirilemeyecek bir baskıya maruz
kalmasına neden olur. Baskıyı yapan da Hazret-i Yûsuf'un köle olarak bulunduğu
evin sahibesi Zeliha'dır. Hazret-i Yûsuf'un dayanılmaz cazibesinin yanısıra,
kocasının iktidarsız ve kendisinin bakire olması, Mısır sosyetesini oluşturan
kadınların kışkırtmasıyla Hazreti Yusuf'u taciz eder. Hazret-i Yûsuf kapıya
doğru kaçarken kadının kocasıyla burun buruna gelirler. Mesele anlaşılır ancak
suçlunun kim olduğu merak edilir. Kadın tarafından birisi; "Eğer gömleği
önden yırtılmışsa kadın doğru söylemiş demektir. Değilse, arkadan yırtılmışsa,
erkek doğru söylemiştir" diye şahidlik eder. Kocası, gömleğin arkadan
yırtılmış olduğunu görünce Hazreti Yusuf'un suçsuz olduğu anlaşılır.
Yûsuf aleyhisselam hiç kimseye bir şey anmasa da olay şehirde süratle
duyulur. Rahatsızlık verici boyutlara ulaşır. Devlet otoritesini sarsıcı bir
hal alır. Hazret-i Yûsuf, suçsuz olduğu bilindiği halde hapse atılır. Fakat
zindan onun için bambaşka bir aleme açılan kapı olur. Burada peygamberlikle
şereflenir ve İslamı tebliğe başlar. Güneş görmeyen bu karanlık yerde
ibadetlerini aksatmamak için o güne kadar yapılmamış yeni bir "zaman
tespit aracı" yapar. Zindan bir medrese halini alır. En azılı suçlular
bile onun tebliğiyle hidayete ererler. Burada bir kaç sene kalır. Kendisiyle
birlikte hapse giren iki kişinin rüyasını yorumlar. Bu kişiler, Mısır
hükümdarının yakın hizmetinde bulunan kimselerdir. Hazret-i Yûsuf'un yaptığı
yoruma göre biri kurtulacaktır, diğeri ise asılacaktır. Gerçektende biri
asılır, diğeri kurtulur. Kurtulacağını tahmin ettiği kişiye; "Beni
Efendinin yanında an" demesine rağmen şeytan unutturur. Hazret-i Yûsuf bu
sebeple bir kaç yıl hapiste kalır.
Köleliği bir rüya ile başlamıştı. Sultanlığı da bir rüya ile başlar.
Ama bu sefer rüyayı gören Mısır Melikidir. Bir gün maiyyetine; "Yedi zayıf
ineğin yedi semiz ineği yediğini, yedi başlı başak ve bir o kadar da kurumuş
başak görüyorum. Bu rüyayı yorumlayabilecek kimse varsa söylesin" dese de
kimse yorumlayamaz.
Nice zaman sonra hapisteki iki kişiden kurtulmuş olanı bu rüya
sebebiyle Hazret-i Yûsuf'u hatırlar ve hükümdara bahseder. İzin alarak zindana
gider ve rüyayı anlatır. Ondan yorumlamasını ister. Yûsuf aleyhisselamın yorumu
şöyledir; "Yedi sene boyunca ekip biçtiğiniz ekinin yediğinizden artanını
başaklarında bırakın. Sonra bunun ardından yedi kurak yıl gelir. Tohumluk için
saklayacağınız az miktar hariç, önceden biriktirdiklerinizi yiyip götürür. Sonra
bunun arkasından da bir yıl gelecek, insanlar sıkıntıdan kurtarılıp
bereketlendirilecekler."
Hükümdar, yorumu duyunca çok beğenir. Yûsuf aleyhisselamı hapisten
kurtararak onu maliye bakanlığına getirir. Doğruluğu, iffeti ve müşfik
idaresiyle kısa zamanda bütün Mısır'ın sevgilisi olur. Bir yandan dev bir
ülkenin maliyesini idare ederken diğer taraftan Peygamberlik görevini ifa eder.
Nihayet beklenen uzun kıtlık yılları gelir. Hazret-i Yûsuf'un aldığı
tedbirler sayesinde, civar ülkeler kavrulurken Mısırlılar kıtlık yüzü
görmezler. Hatta zahiresiz kalan komşu toprakların insanları, peşpeşe
kervanlarını Mısır'a yollarlar. Hiçbiri boş olarak çevrilmez. İşte bu
kervanlardan birinde, Yûsuf aleyhisselamı babasından ayırıp kuyuya atan
kardeşleri de vardır. Kardeşler Hazreti Yusuf'u tanımazlar. Bir dizi olaydan
sonra Hazreti Yusuf kendisini tanıtır ve babasını da Mısır'a davet eder.
Mısır meliki, nereye yerleşecekleri konusunda onları serbest bırakır.
Yûsuf aleyhisselam ale fertlerinin Casan (Goşen) bölgesine yerleştirilmelerini
ister. Zira tevhid akidesine bağlı ailesinin, Mısır'ın çarpık yapısından mümkün
mertebe uzak kalmalarını ve gelecek nesillerin de küfürden korunmalarını arzu
etmektedir. Yakub aleyhisselam Mısır'a yerleştikten sonra 17 sene daha huzur içerisinde
yaşar ve vefat eder. O da evlatlarının Mısır'da tevhid akidesini
terketmelerinden korkmaktadır. Son anlarında etrafına topladığı çocuklarına,
daha önce dedesi İbrahim aleyhisselamın yaptığı vÂsiyeti tekrar ederek;
"Oğullarım, Allah size dinini seçti. Siz de ona teslim olmuş olarak can
verin" Sonra sorar; "Benim vefatımdan sonra kime kulluk
edeceksiniz?" Oğulları cevap verirler; "Senin Rabbine ve ataların
İbrahim, İsmail ve İshak'ın Rabbi olan bir Allah'a kulluk edeceğiz. Bizler ona
teslim olmuşuzdur"
Babasının vefatında Yûsuf aleyhisselam 56 yaşındadır ve daha uzun
seneler yaşayıp 110 yaşında vefat eder. İsrâiloğulları onun döneminde Mısır'da
seçkin bir sınıf olarak yaşarlar. Zamanındaki hükümdar Yûsuf aleyhisselama tabi
olup devlet işlerini ona bırakmıştır. Önce Melik vefat eder, sonra da Yûsuf
aleyhisselam... Vefatından hemen önceki yakarışı şöyledir; "Rabbim, bana
hükümranlık verdin, rüyaların tabirini öğrettin. Ey göklerin ve yerin yaratanı;
dünyada ve ahirette koruyanım sensin. Benim canımı müslüman olarak al ve
iyilere kat." Sonra gelen yöneticiler İsrâiloğullarını hor görmeye
başlarlar. Ta ki; Mûsâ aleyhisselam peygamber olarak vazifeye başlayana kadar
bu durum devam eder.
YAŞADIĞI DÖNEM
Mısır, insanlık tarihinin en eski medeniyet merkezlerinden biridir. Kur'ân-ı Kerîm, hiçbir toplumun peygambersiz bırakılmadığını bildirmektedir. Hatta bazı toplumlara aynı anda birden fazla peygamber gönderildiği de bilinmektedir. Mısır gibi bir medeniyet merkezinin de bundan mahrum kaldığı düşünülemez. Fakat Kur'ân-ı Kerîm, Mısıra gönderilmiş peygamberlerden ilk olarak Yûsuf aleyhisselamdan bahseder. Her ne kadar açıkça bir tarihleme yapmasa da yaşadığı döneme ait bazı ipuçlarını en ince detaylarına kadar verir. Kur'ân-ı Kerîm'in eski Mısır hayatına ait verdiği bu bilgilere arkeoloji ancak son yüzyılda yaptığı araştırmalarla ulaşabilmiştir.
Hazret-i Yûsuf'un kıssası, MÖ 1700-1600 sıralarında Mısır'ı istila eden
ve Asyalı kavimler topluluğundan müteşekkil Hiksoslar dönemini
hatırlatmaktadır. Bu ihtimali kuvvetlendiren bazı sebepler vardır ki birincisi;
Yûsuf isminden kaynaklanmaktadır. Yûsuf adına şahıs ismi olarak Hiksosların
dilinde "Yu-ys" şeklinde rastlanır. İkincisi; Bu dönem monoteist
eğilimlerin en yoğun olduğu dönemlerin hemen civarıdır. 1400-1350 tarihleri
arasında ortaya çıkan Aton dini, yeni krallık döneminin 18. Sülalesine mensup
olan firavn Akhneton yahut Amenhotep IV tarafından birdenbire Mısır'ın dini
ilan edilir. Güneş yuvarlığı ile simgeleşen Aton, tevhidi öngören bir dinin
ilahının Mısır dilindeki adı olur. Bu dine ait bilgiler Akhneton'un kurduğu
başkent olan Tel el Amarna'da ele geçirilmiştir. Aslında tek ilah addedilen
Aton, Tutmose III zamanından beri biliniyordu ki bu, peygamberlerden arta kalan
tevhid inancının kalıntısından başka bir şey değildi. Akhneton zamanında ortaya
çıkan tek tanrılı dinin, gerçekten ilahi bir din olup olmadığı konusu olup
olmadığı konusu henüz tam olarak anlaşılabilmiş değildir. Sebebi de hiyeroglif
metinlerinin İslami birikimleri olmayan uzmanlarca günümüz dillerine çevrilmiş
olmasıdır. Zira bu tercümanların hakim oldukları literatür, tahrif edilmiş
Kitab-ı Mukaddes'in tezgahından geçmiş, bazen putperestliğe kaymış bir inanç
sistemine sahiptir. Dolayısıyla bu gözlüğün ardından bakılarak yapılan
tercümelerde, karanlıkta kalan pekçok husus bulunmaktadır. Bu arkeologların
tercümelerine göre Akhneton'un ortaya çıkardığı dinin simgesi güneştir. Oysa,
ilk peygamberden son peygambere kadar vazedilen tüm şeriatlerde Allahü teala,
onun yarattıklarıyla resmedilmemiştir. Belki de Akhneton, Mısır tarihinin en
güçlü sınıfı olan Amon rahiplerinin siyasal gücünü kırmak için böyle bir sistem
geliştirmişti. Nitekim bunun tam tersi II. Ramses zamanında yaşanmıştır. II.
Ramses, Amon rahiplerin siyasal gücünü artırırken, Amon rahipleri de onun
dinsel gücünü artırmışlardır. Öyle ki, o zamana kadar görülmemiş boyutlarda bir
uygulamayla "tanrı" ilan edilmiştir. Gerçi daha önce tanrılık
iddiasında bulunan firavunlar çıkmıştı fakat, II. Ramses'in uygulaması kadar
olmamıştı.
Üçüncü sebebi ise şöyle izah edebiliriz; Kur'ân-ı Kerîmden
anlaşıldığına göre Yûsuf aleyhisselam, Mısırlı idarecilerle -tebliğin dışında-
hiçbir itikadi çatışmaya girmemiştir. Başka bir deyişle, Mısırlı idareciler
Yûsuf aleyhisselamın tevhidi tebliğ etmesine karşı çıkmamışlardır. Oysa klasik
Mısır idarecileri kendilerini tanrı ilan edecek kadar sapkınlık içerisinde
olmuşlardır. Demek ki Yûsuf aleyhisselam dönemindeki Mısır idarecileri böyle
bir itikada sahip değillerdi. Faklı bir kültüre sahiptiler. Kur'ân-ı Kerîm'de,
Yûsuf aleyhisselam dönemindeki Mısır yöneticisi "melik" olarak
isimlendirilmektedir. Oysa Mûsâ aleyhisselam dönemindeki yönetici hakkında
"firavn" ismi kullanılmaktadır. Bu da ister istemez, Mısırda çok
farklı ve özel bir dönemi akla getirmektedir. Büyük bir ihtimalle Hazret-i
Yûsuf Hiksosların döneminde vazife yapmıştı.
HİKSOSLAR
Hiksoslar kimlerdi ve nereden gelmişlerdi? Bugüne kadar elde edilen arkeolojik verilere göre Hiksoslar dönemini şu şekilde özetleyebiliriz; MÖ 1700'lerde Mezopotamya ve Mısırın Kuzey kesimleri büyük bir istila dalgasıyla sarsılır. Bu istilalar bütün siyasi ve dini dengeleri altüst eder. Mısırın kuzeyini işgal eden Çoban Krallar yahut, Yabancı Ülkelerin Prensleri olarak zikredilen Hiksosların tek bir kavim mi, yoksa kavimler topluluğu mu olduğu yine de tartışmalıdır. Irki tiplerini anlayabileceğimiz ne bir sfenks, ne bir heykel, hiçbir resimsel kanıtları yoktur. Hiksosları resmeden tasvirler ise mısırın yerlileri tarafından yapılmıştır. Kesin olan Asyalı olduklarıdır. Kısa sayılabilecek bir dönemde Mısırın sosyal hayatını derinden etkileyen Hiksosları XVIII. Sülale firavunları Mısrdan çıkarmışlardır. MÖ 17. Yüzyılda Mısırda hüküm süren bir Hiksos kralının Girit'e gönderdiği bir vazonun kapağında kendi adı olan "Khan/Khayan" ismi geçmektedir. Khan asya kökenli bir addır. Türkçedeki Han ve Kağanı çağrıştırmaktadır. Ayrıca Hiksosları tasvir eden kabartmalar tipik Asya kökenli insanların resimlerini yansıtırlar. Fakat kullandıkları dilin Sami kökenli olduğu da nakledilmektedir. Kuzey'de Hiksosların hüküm sürdükleri dönemde, Güney Mısır tahtında olan Kraliçe Haçepsut, bir yazıtında şöyle der; "Kuzey ülkesinde, Avaris'te Asyalılar var..." Avaris, Hiksosların başşehri idi. Yine Hiksoskralı Apophis'ten bahsedilen bir başka kayıt şöyledir; "Sıkıntı Asyalıların şehrindeydi. Kralları Apophis Avaris'teydi..."
Hiksoslar kimlerdi ve nereden gelmişlerdi? Bugüne kadar elde edilen arkeolojik verilere göre Hiksoslar dönemini şu şekilde özetleyebiliriz; MÖ 1700'lerde Mezopotamya ve Mısırın Kuzey kesimleri büyük bir istila dalgasıyla sarsılır. Bu istilalar bütün siyasi ve dini dengeleri altüst eder. Mısırın kuzeyini işgal eden Çoban Krallar yahut, Yabancı Ülkelerin Prensleri olarak zikredilen Hiksosların tek bir kavim mi, yoksa kavimler topluluğu mu olduğu yine de tartışmalıdır. Irki tiplerini anlayabileceğimiz ne bir sfenks, ne bir heykel, hiçbir resimsel kanıtları yoktur. Hiksosları resmeden tasvirler ise mısırın yerlileri tarafından yapılmıştır. Kesin olan Asyalı olduklarıdır. Kısa sayılabilecek bir dönemde Mısırın sosyal hayatını derinden etkileyen Hiksosları XVIII. Sülale firavunları Mısrdan çıkarmışlardır. MÖ 17. Yüzyılda Mısırda hüküm süren bir Hiksos kralının Girit'e gönderdiği bir vazonun kapağında kendi adı olan "Khan/Khayan" ismi geçmektedir. Khan asya kökenli bir addır. Türkçedeki Han ve Kağanı çağrıştırmaktadır. Ayrıca Hiksosları tasvir eden kabartmalar tipik Asya kökenli insanların resimlerini yansıtırlar. Fakat kullandıkları dilin Sami kökenli olduğu da nakledilmektedir. Kuzey'de Hiksosların hüküm sürdükleri dönemde, Güney Mısır tahtında olan Kraliçe Haçepsut, bir yazıtında şöyle der; "Kuzey ülkesinde, Avaris'te Asyalılar var..." Avaris, Hiksosların başşehri idi. Yine Hiksoskralı Apophis'ten bahsedilen bir başka kayıt şöyledir; "Sıkıntı Asyalıların şehrindeydi. Kralları Apophis Avaris'teydi..."
Hiksosların işgalini yaşayan Mısırlı tarihçi Manetho, o dönemde
yaşananları şöyle anlatmıştır; "başımızda Timaios isimli bizden bir kral
vardı. Her şey onun zamanında başladı. Tanrı bizden neden razı değildi
bilemiyorum. Doğudan gelen yabancı adamlar aniden yurdumuzu bastılar. Cesur
insanlardı. Hiçbir karşıkoymaya rastlamadan ülkemizi ele geçirdiler.
Yöneticilerimizi boyunduruk altına aldılar. Şehirlerimizi yağmaladılar,
mabedlerimizi yıktılar, erkeklerimizi öldürüp çocuk ve kadınlarımızı esir
aldılar. Sonra kendi krallıklarını kurdular. Krallarının adı Salatis idi.
Yukarı ve aşağı Mısır'ın hakimi oldu. Gerekli yerlere garnizonlar kurdu.
Salatis'in askerlerinin sayısı 240 bin idi."
İlk hece Heg/yönetici, Mısırca bir kelimedir. İkinci hece ise, doğu
çölü göçebe ırkları için Mısır'da genel bir ünvan olarak kullanılan Shasu
kökenli olmalıdır. Hiksos hükümdarlarından Khayan, kendisini; Heg Setu/çöllerin
hükümdarı olarak adlandırıyordu.
Ön asyaya at ve atlı arabayı ilk
olarak Güney Asyalı Mitannilerin getirdikleri bilinmektedir. Mısıra da at ve
atlı arabayı ilk getirenler Hiksoslardır. Sonuç olarak Hiksosların Asyalı
oldukları, Mısırın yerli kültüründen farklı bir kültüre sahip oldukları
kesindir. Bütün bu bilgilerin ışığında şunu söyleyebiliri; büyük bir ihtimalle
Yûsuf aleyhisselam, Hiksoslar döneminde başşehir Avaris (veya Memphis)'te hem
peygamberlik, hem de Maliye bakanlığı görevini sürdürmüştü.
No comments:
Post a Comment