MUSA
aleyhisselam
"EY MUHAMMED!
İNANAN BİR MİLLET İÇİN SANA,
MÛSÂ VE FİRAVUN OLAYINI OLDUĞU GİBİ ANLATACAĞIZ."
Kasas; 3
aleyhisselam
"EY MUHAMMED!
İNANAN BİR MİLLET İÇİN SANA,
MÛSÂ VE FİRAVUN OLAYINI OLDUĞU GİBİ ANLATACAĞIZ."
Kasas; 3
DİNİN DEJENERASYONU
Yûsuf aleyhisselam dönemi Mısır'da putperestlik yerine İslamiyetin hakim olduğu en belirgin dönemdir. Yûsuf aleyhisselamın vefatından sonra onu destekleyen asya kökenli yöneticilerin Mısır'dan sürülmesiyle yeni bir dönem başlar. Bu dönem, putperestliğe dönüş dönemidir. Ancak bu dönemde özellikle Amon rahiplerinin siyasi bakımdan kuvvetlenmesi yöneticilerin işine gelmemişti. Mısır hükümdarlarından İhnaton, Amon rahiplerinin gücünü kırabilmek için kendi kontrollerinde yeni bir dini akım başlatır. Aton adı verilen bu yeni din, tek tanrı fikri ile putperestliği birleştiren bir sistemdi. Tek tanrı olarak güneşe tapılmayı öngören bu din, Amon rahipleri ile yöneticilerin arasında müthiş bir denge savaşına neden oldu. İhnaton'un döneminde Amon rahiplerinin gücü oldukça kırılmıştı. Fakat kendisinin ölümünden sonra yerine geçen Tutankamon, Amon rahiplerine eski statülerini iade eder. Buna rağmen Amon rahiplerine yaranamadı ve ordu komutanı Horemheb'in de içinde bulunduğu çete tarafından genç yaştayken öldürülür. Bu sırada devlet başsız kaldığı için idari bir boşluk yaşanır. Tutankamon'un dul eşi Ankesenamun veya kayınvalidesi Nefertiti Hitit kralı Suppiluliuma'ya bir mektup yazar. Mektupta özetle kocasının öldüğünden, oğlan çocuğa sahip olamadığından bahsettikten sonra Hitit kralından bir oğlunu koca olarak Mısır'a göndermesini ister. Hitit kralı müspet karşılayarak bir oğlunu Mısır'a gönderir. Fakat gelişmelerden haberi olan Horemhep ve çetesi, yeni bir Hiksos olayı yaşamamak için genci öldürürler. Bir süre siyasal gevşeklik yaşayan Mısır, MÖ. 1300 civarında güçlü bir hükümdara kavuşur. Bu hükümdar II. Ramses'tir. Tahta geçer geçmez Suriye sınırına kesin bir şekil vermek ister. İşte bu istek; o zaman ki dünyanın iki süper gücünü Kadeş'te karşı karşıya getirir. Bu güçler, II. Ramses idaresindeki Mısır ile Muvattilis idaresindeki Hitit devletidir. Bu karşılaşma bir anda tarihin akışını değiştirmişti.
Daha orduların Kadeş'e yaklaşması sırasında bile ortadoğudaki siyasal
dengelerin altüst olduğu görülüyordu. O zamana kadar hep Hititlerin savaş
ortağı olan Amurru kralı Bentesina, son anda Ramses tarafına geçmişti.
Muvattilis te ordusunu kendisine bağlı kavimlerle güçlendirmekle kalmamış
Likya'lı (Antalya kıyı bölgesi) korsanlarından bir birlik oluşturarak savaşa
sürmüştü. Hitit ordusunun merkez kuvvetleri 20.000'e yaklaşıyordu.
Ramses, ordusunu dört kısma ayırmıştı. Bunlar Amon, Ra, Ptah ve
Suketh'di ki bu isimler Mısır putperestlerinin tapındığı putlardı. Stratejik
açıdan bakıldığında II. Ramses büyük bir hata yaparak Plansız bir şekilde Kadeş
üzerine yürümüştü. Zira ordugah Amon ile diğer birliklerin arasında büyük bir
irtibatsızlık vardı. Ramses Kadeş'e vardığında Ra birlikleri göz menzilinde
bile değildi. Ptah daha gerilerdeydi. Sutekh ise hala Asi ırmağının öte
yakasında öylece bekliyordu. Mısır kayıtlarından öğrenildiği kadarıyla savaş
şöyle gelişmişti; Hititler, Firavun ordusundaki bu kopukluğu gördükleri anda
şimşek gibi koşan savaş arabalarıyla aniden ortaya çıkarak henüz yürüyüş
pozisyonunda olan Ra birliklerinin üzerine çullandılar. Hitit arabalarında iki
savaşçı bulunurken Mısır arabalarında yalnızca bir savaşçı bulunuyordu. Bu
dengesizlik Ra birliklerinin tamamen imha edilmesiyle sonuçlanmıştı. Hitit
ordusu bu sefer, Ramses'in de bulunduğu Amon birliklerini kısa sürede
kuşatıvermişlerdi. Böyle bir kuşatmadan hiç bir ordu kurtulamazdı. Hele Mısır
ordusu hiç... Zira Ra imha edilmiş, Ptah gerilerde Suketh ise hiç bir şeyden
habersiz Asi nehrinin öte yakasında bekliyordu. Daha ilk hücumda Amon
birlikleri dağılıverdi. Muvattil tam imha savaşına başlayacağı sırada öncü
birlikleri ganimet sevdasına düştüler. Bu rehaveti henüz atlatamamışlardı ki,
batıdan, deniz tarafından gelen küçük fakat disiplinli bir birlik tarafından
saldırıya uğradılar. II. Ramses bu durumu öylesine ustaca değerlendirdi ki, hem
imha edilmekten kurtuldu, hem de berabere kalan bir komutan edasıyla barış
masasına oturdu.<P
Kur'ân-ı Kerîm, özellikle firavunun kendisini
tanrı ilan edecek kadar sapkın olduğunu vurgulamaktadır. Bilindiği gibi Mısır
firavunlarının büyük bir kısmı kendilerinin tanrı olduğunu iddia etmişlerdir.
Ancak II. Ramses'in yanında bu firavunlar üvertir kalıyorlardı.
II. Ramses'ten başka kendisini tanrı ilan ederek aşırı bir şekilde ortaya çıkaran
bir başka firavun bilinmemektedir.
II. Ramses'in inşa ettirdiği tapınaklardan biri... Burada Mısır halkı II. Ramses'in heykelleri karşısında tapınıyorlardı.
II. Ramses'ten başka kendisini tanrı ilan ederek aşırı bir şekilde ortaya çıkaran
bir başka firavun bilinmemektedir.
II. Ramses'in inşa ettirdiği tapınaklardan biri... Burada Mısır halkı II. Ramses'in heykelleri karşısında tapınıyorlardı.
Bazı arkeologlar II. Ramses'in Hazret-i Mûsâ aleyhisselamla çağdaş
olduğu kanaatindedirler. Biz de aynı kanaati paylaşacak olursak hayret edilecek
başka benzerlikler de buluruz.
İslami kaynaklar, bu firavunun çok uzun yaşadığını uzun süre tahtta
kaldığını vurgulamaktadırlar. Mısır firavunları arasında da en çok tahtta kalan
(67 yıl) ve uzun yaşayan (90 yıl) II. Ramses'tir.
II. Ramses'in hiyeroglif metinlerinde geçen ismi;
Ra Mesu Meri Amun
II. Ramses'in diğer ismi;
User Maat Re Setep en Re
II. Ramses'in hiyeroglif metinlerinde geçen ismi;
Ra Mesu Meri Amun
II. Ramses'in diğer ismi;
User Maat Re Setep en Re
Kur'ân-ı Kerîm'de firavunun, İsrâiloğullarını fırkalara bölerek
acımasızca ezdiğini erkek çocuklarını öldürdüğünü ve kendilerini de zelil
ettiği buyurulmaktadır. Arkeolojik belgeler; II. Ramses'in, Tanis ve Kantir
şehirlerinin inşasında Habiru (veya Hapiru)'ları kullandığını göstermektedir.
Habiru ismi, İbrani isminin hiyeroglif metinlerdeki transliterasyonudur ve
yalnızca yahudiler için değil bütün asyalı kavimler için kullanılmaktadır. Bu
topluluk, firavunun emriyle taş ocağı işçiliği, sütun taşıyıcılığı ve tarım
işçiliği yaptırılan en aşağı sınıftır. II. Ramses dönemi, Habiruların en çok
angaryaya koşulduğu ve devasa tapınak ve heykellerin bu insanlara inşa
ettirildiği dönemdir.
Kur'ân-ı Kerîm'de, Âsiye hanımın firavuna bu çocuğun oğul olarak kabul
edilmesini istemişti. Moses, eski Mısır dilinde (kıptice) oğul anlamına
gelmektedir. Ra-Mose (Ra'nın oğlu), Tut-Mose (Tut'un oğlu) gibi... Dil
bilginleri Mûsâ isminin kıptice Moses kelimesinden geldiğini ileri
sürmektedirler. Mûsâ aleyhisselam, annesi tarafından bir sandık içerisinde Nil
nehrine bırakıldığında henüz ismi konmamıştı. Zira annesi, bebek firavunun
eline geçmesin diye en yakınlarından bile doğumunu gizlemek zorunda kalmıştı.
Nehirden çıkarılan çocuğun annesi ve babası bilinemediğinden ona yalnızca oğul
manasına gelen Moses/Mûsâ adı verilmiş olabilir.
II. Ramses'in 52 oğlu vardı ve tümü kendi sağlığındayken ölmüşlerdi.
Yani erkek evlat sıkıntısı vardı. Bu sebeple kendisinden sonra tahta, evlatlığı
Mineptah geçmişti. Kur'ân-ı Kerîm'de; Hazret-i Mûsâ için Firavunun hanımı
kocasına; "Benim de, senin de gözü aydın olsun. Onu öldürmeyin. Bel ki
bize faydalı olur. Yahut onu oğul ediniriz" demişti. Buradaki oğul edinme,
eğer öz evlatlar varsa hiçbir şey ifade etmeyecektir. Demek Kur'ân-ı Kerîm'de
anlatılan firavunun bir oğul sıkıntısı var ki Âsiye annemiz firavunu bu
zaafından vuruyor.
Kur'ân-ı Kerîm'de anlatılan Firavunun hanımının (Âsiye) davranışlarına
biraz dikkatlice bakıldığında onun, firavn karşısında oldukça cesur olduğu
görülür. Bir başka görülen nokta da, bu kadar acımasız bir firavunun Âsiye
hanıma ayak direyememesidir. Bu bizi, Âsiye hanımın arkasında hatırı sayılır
bir güç olduğu kanaatine götürmektedir. II. Ramses'in bir düzine karısı vardı.
Bunlardan 7 ve 8. karısı Hitit prensesleriydi. Hitit imparatorluğu o zamanın
süper gücüydü. Meşhur Kadeş savaşı ve barışı sonunda II. Ramses, Hitit
imparatoru III. Hattuşil'in büyük kızıyla evlenmişti. II. Ramses, bu prensesi
haremine katmayıp başkadın yaptı. Tamamen siyasi olan bu evlilikte ağır basan
tarafın Hititler olduğu anlaşılmaktadır. İşte bu prenses II. Ramsesin 7. eşi
olan Hitit prensesiydi. Arkeolojik verilere göre ismi; Ma'at Hor-Neferure dir.
Bu ismi Mısırlılar vermişti. Prensesin asıl ismi bilinmemektedir. II. Ramses'in
8 karısı olan ikinci Hitit prensesinin ne Hititçe ve ne de Mısırca adı henüz
bilinmemektedir. Yalnızca II. Ramses'le evlendiği bilinmektedir. Eski Mısır'a
ait hiç bir dökümanda hayatına ait bir doküman bulunamamıştır. Belki de kraliçe
olarak Mısırlılarca benimsenmemişti. Bu Hititli prenseslerin Mısır sarayında
politik bir güç merkezi oluşturmaları mümkündür. Başka bir ifadeyle Hititli
eşlerin bazı dokunulmazlıklarının olduğu muhakkaktır. Nitekim firavun,
israiloğullarına ait olduğu bilinen bir çocuğun saraya alınmasına ses
çıkaramamıştır. Dahası çocuğun kendi gözü önünde büyümesine müdahale bile
edememiştir. O derece ki; küçük Mûsâ, firavunun yatağında, odasında ve sarayın
her tarafında pervasızca yaşayabilmektedir. Hatta bir gün elindeki sopayı
firavunun kafasına vurup bir başka günde sakalını çekince öldürülmesi
emredilecek fakat Âsiye hanım bu teşebbüsleri de engelleyecektir.
O yıllardaki güçlü Mısır'ı tehtid edecek tek güç dışarıdaydı. İçeride
firavun her şeye hakim, insanları ve toplumları istediği gibi yönetiyordu ancak
dışarıda Hitit imparatorluğu ile iyi geçinmek zorundaydı. Bu nedenle Hititli
prenseslerle evlenmişti. Belki de Âsiye hanım, firavunun çok çekindiği
böylesine bir kuvvetin mensubuydu. Yoksa kendisini tanrı ilan edecek kadar
sapık, yeni doğmuş bebekleri öldürtecek kadar cani ve erkekleri hadım ettirecek
kadar acımasız olan bir insanın, karısını çok sevdiği için evlatlığının
yaptıklarına katlandığını düşünmek çok zordur.
Kur'ân-ı Kerîm'de ve hadis-i şeriflerde Âsiye hanımın acımasız
işkencelerle şehid edildiğini bildirmektedir. II. Ramsesin son yılları ve
evlatlığı Merneptah'ın iktidar yılları, Hitit imparatorluğunun büyük bir kaosa
düştüğü dönemdir. Böylece Mısır için Hitit tehlikesi kalmadığı gibi Mısır'ı
dünyanın bir numaralı süper gücü durumuna yükseltir. Bu durumda siyasi bir
evlilik yapmış olan Hitit prenseslerinin başına her türlü şeyin gelmesi
mümkündür.
Mûsâ aleyhisselamın hayatında iki firavun olduğu kanaatini taşırsak
benzerlikler devam etmektedir. Hazret-i Mûsâ, peygamber olduktan sonra Allahü
tealanın emriyle firavunun karşısına çıkar. Firavunla aralarında müthiş bir
mücadele başlar. Firavun, bütün gücünü Mûsâ aleyhisselamı ortadan kaldırmak
için seferber eder. Bu mücadele, firavunun ordusuyla beraber denizde
boğulmasıyla son bulur. II. Ramses'in yerine tahta geçen Merneptah, dünyanın
bir numaralı süper gücüne firavun olmuştu. Ancak anlaşılmaz bir şekelde 8-10
senelik saltanatı iç karışıklıklarla geçmiş ve ölümüyle birlikte Mısır
imparatorluğunun kudretli ordusu yok olmuş ve koca devlet haritadan
silinivermiştir.
Kur'ân-ı Kerîm'de, Mûsâ aleyhisselam karşı duran firavun ve halkına bir
dizi felaketin verildiği buyurulmaktadır ki bunlar; "tufan/su basması, kıtlık,
çekirge, kurbağa ve kan" dır. Londra British Museum'da kayıtlı olan
papirüslerin birinde ise; bir "büyücü" yüzünden Mısır'da meydana
gelen bir dizi felaketten bahsedilmektedir. Bunlar; "Tahıl ürünlerini
mahveden su baskını, farelenin tarlalarda yığınlar oluşturması, pirelerin
kasırga gibi yayılması, akrep ve sineklerin her tarafı kaplaması"
olaylarıdır. Hemen bütün peygamberler hasımları tarafından "büyücü ve
sihirbaz" olarak suçlanmışlardır. Firavn da Hazret-i Mûsâ'ya; "Ey
sihirbaz..." diye hitap etmişti.
Kur'ân-ı Kerîm'de firavunun en büyük yardımcısı olarak Haman'ın ismi
verilmiştir. Bu şahıs, firavunun imana gelmesini engellemiş, Âsiye hanımın
şehid edilmesine sebep olmuş, Mûsâ aleyhisselamın öldürülmesine çalışmış ve
hicret eden İsrâiloğullarının imha edilmesi için firavunu teşvik etmiştir. II.
Ramses ve Merneptah dönemlerinde Amon rahipleri, dini bir cemaat olmalarının
yanısıra, firavunun meclisinde de en büyük siyasi gücü oluşturuyorlardı. Ayrıca
şahıs ismi olarak Mısırlı devlet adamlarının arasında çok sayıda Amon, Amonefi
vb. gibi adlara rastlanmaktadır.
Kur'ân-ı Kerîm, Mûsâ aleyhisselamın peşine düşen firavunun denizde
boğulduğunu ve cesedinin, sonraki nesiller için ibret olsun diye dışarı
atıldığını ve sonrakilere ibret olsun diye muhafaza edildiğini buyurmaktadır.
Londra British Museum'daki söz konusu papirüslerde "büyücü" diye
suçlanan kişinin "muradına erdiği", doğunun ve batının kralının
"girdapta boğulduğu" yazılıdır. Yine aynı papirüste büyücü olarak gösterilen
kişi; "...daha annesinin memesinden itibaren onu kurtaranlara çok şey
borçlu olan çocuktur."
1975-1976 senelerinde, Mineptah'ın mumyası üzerinde yapılan
araştırmalarda bu firavunun boğulma veya boğulmayla birlikte bir travmayla
öldüğünü belgelenmiştir. İslami kaynaklarda, boğulma sırasında Cebrâil
aleyhisselamın bir katkıda bulunduğu kaydı da vardır. Mineptah boğulduktan
sonra sahile vuran cesedi mumyalanmış ve geride kalanlar için bir ibret levhası
olmak üzere saklanmıştı. Burada dikkatleri çeken bir husus vardır. Tarih boyunca
en iyi korunan ve bulunduktan sonra üzerlerinde en çok ihtimam gösterilen
cesedler II. Ramses ve Mineptah'a ait olanlarıdır.
ÇIKIŞ NOKTASI LUKSOR
Bütün bu benzerlikler doğru ise İsrâiloğullarının çıkış noktası da tespit edilmiş olacaktır. Gerçi yahudi kaynakları ısrarla çıkış noktasının kuzeyde delta bölgesinde bulunan GOŞEN olduğunu naklederler. Oysa belgelere baktığımızda hiçte böyle olmadığı görülecektir. Nitekim olaylara baktığımızda en uygun şehrin, güneyde bulunan Luksor şehridir.
Bütün bu benzerlikler doğru ise İsrâiloğullarının çıkış noktası da tespit edilmiş olacaktır. Gerçi yahudi kaynakları ısrarla çıkış noktasının kuzeyde delta bölgesinde bulunan GOŞEN olduğunu naklederler. Oysa belgelere baktığımızda hiçte böyle olmadığı görülecektir. Nitekim olaylara baktığımızda en uygun şehrin, güneyde bulunan Luksor şehridir.
Dönemin firavunu içeride çok güçlüdür. Bu kudretini insanları sınıflara
ayırarak zayıf düşürmesinden alıyordu. Bunlardan İsrâiloğullarını kendi
civarına yerleştirmişti. Bunu, Hazret-i Mûsâ'nın doğumundan hemen sonra bir
sandık içerisinde Nil nehrine bırakılmasında ve saraylılar tarafından görülüp
kenara alınmasından anlıyoruz. Hatta Hazret-i Mûsâ'nın ablası sandığı Nil
boyunca takip etmiş onun Firavunun adamlarınca çıkarıldığını görmüştür.
İsrâiloğulları, Firavunun öylesine elinin altındadır ki, onlara her
istediği zulmü yapabilmektedir. Bunlardan birisi de onların çoğalmalarını
engellemekti. Bu nüfus planlaması için üç kademeli bir plan uyguluyordu. Mesela
erkeklerini hadım ediyor, seçtikleri kadınlara el koyuyorlar ve onların
kıptilerden çocuk sahibi olmasını sağlıyorlar bu arada kazara dünyaya gelen
erkek çocuklarını da öldürtüyordu. Bunları kolayca yapabilmesi
İsrâiloğullarının kaçacak bir yerleri olmadığını göstermektedir.
Hazret-i Yûsuf, İsrâiloğullarını kuzeyde, delta bölgesinde bulunan
Goşen diyarına yerleştirmişti. Burada rahat ve özgür bir şekilde yaşıyorlardı.
Hazret-i Yûsuf vefat edince durumları değişmiş ve ağır baskılar altına
alınmışlardı. Bir topluluğu zayıf düşürmek için başvurulan yollardan birisi de
tehcir/sürgündür. Dolayısıyla Goşen'deki sağlam Yahudi toplumun belini kırmak
için vurulan ilk darbe sürgün olmalıdır. Dolayısıyla Hazret-i Mûsâ döneminde
Goşen'de değil çok uzaklarda bir yerde olmaları gerekmektedir. Tarihi
kaynaklara göre en uygun yer güneydeki Luksor'dur. Burası, İsrâiloğulları için
adeta dünya ile irtibatlarının kesildiği bir yerdir.
Çıkış öncesi İsrâiloğulları Firavun'dan, çölde 3 günlük mesafede bir
yerde bayram için izin isterler. Kuzeydeki Goşen dolaylarında böyle bir bölge
ancak Sina yarımadasında bulunmaktadır. Oysa Sina'ya denizin yarılması sonucu
geçilmişti. Bu da çıkış noktasının Goşen'den başka bir yer olmasını
gerektirmektedir.
Firavun, 3 günün sonunda İsrâiloğullarının dönmediklerini öğrenince
veya çıkış için verdiği izinden vazgeçince civar şehirlere/nomlara asker
toplayıcıları gönderir. Kuvvetli bir ordu kurarak bizzat başlarına geçer.
Niyeti İsrâiloğullarını tamamen imha etmektir. Bütün bu hazırlıklar ve asker
toplama işleri, o zaman şartlarında en az 9-10 günlük bir iştir. Buna 3 günlük
çöl yolunu da katarsak 15 gün civarında bir süre çıkar ki, bu süre GOŞEN-SÜVEYŞ
arası için çok fazladır. Fakat LUKSOR-SÜVEYŞ arası için en ideal süredir.
Kur'ân-ı Kerîm'de Hazret-i Mûsâ'nın öldürüleceğini haber veren saraya
mensup mümin kişiden bahsedilir. Bu zat, aksa'l medine/şehrin en uç noktasından
gelmiştir. Bu tanımlamaya eygun yer Luksor ve Karnak şehirleridir. Bugün iki
ayrı şehir yeri gibi gözükse de o dönemde birleşiktiler. Nil kenarındaki Luksor
daha ziyade yerleşim yeriyken bir iki km. içeride bulunan Karnak tapınakların
ve sarayların bulunduğu bir yerdi. Bir başka ifadeyle her ikisi de birbiri için
aksa'l medine'dir.
O halde neden yahudi kaynakları Goşen'de ısrarlılar diye bir soru akla
gelebilir. Yahudi bilginleri tarihlerindeki pek çok noktayı sanki hiç
yaşanmamış gibi göstermek istemişlerdir. Bundan, bir şeylerin gizlenmeye
çalışıldığı anlaşılmaktadır. İsrâiloğullarının tarihi gibi gizlenmeye çalışılan
bir başka toplum tarihi yoktur. Burada da aynı gayretkeşliği görebiliriz.
Hahamların bundaki amacının ne olduğunu araştırmacılar ortaya koyacaklardır.
Arkeolojik buluntularda pek çok müphem nokta bulunmaktadır. Kazıların
eski hızında devam etmemesi ve şimdiye kadar ele geçen bulguların İslami
kaynakların süzgecinden geçirilmemiş olması, bu müphem noktaların anlaşılmasına
mani olmaktadır. Kazılarda ele geçenleri inceleyecek "ehil ellere"
şiddetle ihtiyaç vardır.
II. Ramses ve Mineptah'ın, Mûsâ aleyhisselamla çağdaş olduğu kesinleşir
ise; "Onbinlerce suçsuç bebeği öldürtten, insanlara zulmeden ve Mûsâ
aleyhisselamın henüz küçük bir çocuk iken değnekle kafasına vurduğu firavun
işte bu, II. Ramses'tir. Diğeri de Mûsâ aleyhisselamın tebliğine ayak direyen,
hicret ederken imha etmek için takip eden ve bu uğurda helak olanın mumyalanmış
bedende müşahhas tanığıdır" diyebileceğiz.
SUYUN
ÖBÜR TARAFI
Mûsâ aleyhisselam, israiloğullarını Sina tarafına geçirdiğinde yaşanan olayları detaylı bir şekilde Kur'ân-ı Kerîm'de görmekteyiz. Tahrif edilmiş olmasına rağmen bazı benzer olayları Kitab-ı Mukaddeste de görmekteyiz. Kitab-ı Mukaddes detaylı bir şekilde incelendiğinde olayların etrafının bulandırıldığını ve sanki bir şeylerin gizlenmek istediğini görürüz. Kur'ân-ı Kerîm'de ise bu gizlenen noktaların detaylı bir şekilde açıklandığına şahid olmaktayız. Gizlenmek istenen olaylar, İsrâiloğullarının karakter zaaflarını gözler önüne seren refleksleridir. Bu nedenle olsa gerek, yahudi bilginler, Tevrat'ı tahrif etmek bahasına gerçek bilgileri yok etmişlerdir. Yine Kur'ân-ı Kerîm, Sina çölünde yaşanan olayları, onların başına kakarcasına anlatmıştır.
Mûsâ aleyhisselam, israiloğullarını Sina tarafına geçirdiğinde yaşanan olayları detaylı bir şekilde Kur'ân-ı Kerîm'de görmekteyiz. Tahrif edilmiş olmasına rağmen bazı benzer olayları Kitab-ı Mukaddeste de görmekteyiz. Kitab-ı Mukaddes detaylı bir şekilde incelendiğinde olayların etrafının bulandırıldığını ve sanki bir şeylerin gizlenmek istediğini görürüz. Kur'ân-ı Kerîm'de ise bu gizlenen noktaların detaylı bir şekilde açıklandığına şahid olmaktayız. Gizlenmek istenen olaylar, İsrâiloğullarının karakter zaaflarını gözler önüne seren refleksleridir. Bu nedenle olsa gerek, yahudi bilginler, Tevrat'ı tahrif etmek bahasına gerçek bilgileri yok etmişlerdir. Yine Kur'ân-ı Kerîm, Sina çölünde yaşanan olayları, onların başına kakarcasına anlatmıştır.
No comments:
Post a Comment